Edebiyat Terimi olarak Portre Nedir?

Portre Türleri, Portrenin Özellikleri, Portre Örnekleri

“Edebiyat Terimi olarak Portre Nedir?” sorusunu Uzman Editörlerden  oluşan ekip arkadaşlarımız sizler için cevaplıyor. Milyonları hedeflediğimiz fakat şimdilik yüzbinlerce soruya cevap bulabileceğiniz sitemizde sizlere değerli vakit geçirme dileklerimizi sunuyoruz.

Portre Nedir?

Bir kimseyi karakteristik özellikleriyle okuyucuya tanıtmak amacıyla yazılan edebi yazılara “portre” denir.

Portrede gözlem esastır. Bu tür yazılar roman, hikâye, biyografi, otobiyografi, anı, gezi yazısı gibi türlerin içinde yer alabilir.

Özellikle roman ve hikâyelerde kahramanlar, yeri geldikçe, gerek dış görünüşleriyle gerekse karakter özellikleriyle okuyucuya tanıtılır. Böylece okuyucunun roman kahramanlarını hayalinde canlandırması amaçlanır. Bu yönüyle portre bölümlerine, romanlarda daha çok rastlanabileceği gibi bağımsız bir edebi tür olarak yazılmış portreler de vardır.

Portre Türleri

Portre, konusuna göre “fiziksel (tensel) portre” ve “ruhsal (tinsel, moral) portre” olmak üzere ikiye ayrılır. Ancak edebi eserlerde genellikle “fiziki portre” ile “ruhî portre” iç içe bulunur. Portrelerden hikâye, roman, masal, biyografi gibi türlerde çokça yararlanılır.

1. Fiziksel (Tensel) Portre:

Kişinin sadece dış görünüşünün, boyunun, yüzünün, giyinişinin, hareketlerinin… anlatıldığı portreye denir. Bu portrede; kişi diğer insanlardan ayrılan dış özellikleri ile uygun sıfatlar kullanılarak özgün bir şekilde anlatılır.

2. Ruhsal (Tinsel, Moral) Portre:

Kişinin iç dünyasının, alışkanlıklarının, duygularının, fikirlerinin, zayıf taraflarının vs. anlatıldığı portreye denir.

Bu portrede; kişinin ahlâkı, alışkanlıkları, düşünceleri ilginç bir üslupla anlatılır. Portreye konu olan kişinin düşünceleri ve anlayışları daha etkili olarak ortaya koymak için onun sözlerine de yer verilebilir.

Portre Örnekleri

Portre Örneği-1 / Namık Kemal

Namık Kemâl, gayet büyük yuvarlak başlı, pek yüksek alınlı, pembe çehreli, hiddetlendikçe çatılır az eğri kaşlı, koyu elâ gözlü, irice burunlu, fevkalâde güzel ağızlı, kırk yaşından sonra siyah denecek kadar koyulaşmış uzunca, kumral sakallı, kısaya mail orta boylu, şişmanca, omuzları geniş, elleri ayakları küçük bir insandı.

Burnunun sağ tarafında attan düştüğü zaman hasıl olan yaradan kalma bir çizgi vardı. Pek nâdir hiddetlenir fakat şiddeti uzun sürerdi. Simasındaki ilahi cazibeyi tasvirden âcizim. O ulvî simada pek çok mânâlar dolaşırdı.

Hele gözleri, mükemmel bir insan fıtratının en güzel ma’kesiydi. Şimdi şimşekler fırlatır, şimdi tebessümlerle dolar, derken hazin hazin ruha işler. Her dakika, her saniye ulvî, ümitli, emin, mahzun düşünceli, hakim, ilâhi mânâlar arz eden cevval bir nur…

Onu her gören meftun, bütün vicdaniyle hürmetkâr olurdu. Kendisini tanıyanlardan bu hakikati itiraf etmeyen tek kimse yoktu.

Bu fevkalâdeliğiyle beraber gayet sade idi. Süs, lüks denilebilecek hiçbir hâlini bilmiyorum. Pek sade giyinir, saatine altın kordon takmayacak kadar ziynet eşyasından nefret eder, kolonyadan başka koku sürünmezdi.

Asla işlemeli gömlekler, mendiller kullanmaz, altın başlı bastonları eline almaz hele paradan iyice tiksinirdi. (Ali Ekrem Bolayır, Namık Kemâl)

Portre Örneği-2 / Mustafa Kemal Atatürk

Atatürk

Gördüğüm fotoğraflara göre, biraz şişman, biraz yorgun, biraz hatları kalınlaşmış bir bedenle karşılaşacağımı sanırken, kapıdan bir ışık dalgası halinde giren toplu bir kuvvet ve hayat kaynağı ile birden gözlerim kamaştı: Bebekleri en garip ve esrarlı madenlerden yapılma bir çift gözün mavi, sarı, yeşil ışıklarla aydınlattığı asabî bir çehre. Yüzde, alında, ellerde bir sağlık ve bahar rengi. Düzgün taranmış, eksiksiz, sarı genç saçlar. Bütün zemberekleri çelikten, ince, yumuşak, toplu, gerilmiş, taptaze bir uzviyet.

Altı yüz senelik bir devri bir anda ihtiyarlatan adamın çehresi gibi ilâhlarınki gibi, yıpranmış bir başın hiç bir izini taşımıyor. Alevden coşkun bir nehir halinde, eski tarihin bütün yıkıntılarını süpüren ve yeni bir cihanın kuruluşuna yol açan fikirler kaynağı o baş bir yanardağ tepesi gibi, taşıdığı ateşe kayıtsız, mavi gök altında sessiz ve gülümseyerek duruyor.

Kendi yarattığı şimşekli bulutlardan, fırtınalardan ve etrafına döktüğü feyizli sellerden yegâne müteessir olmayan, meğer O’nun genç başı imiş.

O günün benim için en büyük nimeti, o efsanevî başı, yakından görmem olmuştur.

Ahmet HAŞİM

Bir Cevap Bırakın

E-mail adresiniz yayınlanmamaktadır.